Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


Alamanya


Açıklama:
Kategori: Köşe Yazıları
Eklenme Tarihi: 22 Mart 2011
Geçerli Tarih: 19 Nisan 2024, 11:05
Site: Yanıkozan Fikir Ve Sanat Sitesi
URL: http://www.yanikozan.com/yazar.asp?yaziID=209


 Alamanyadan kesin dönüş yapmış bir gurbetsiden masallar"

Hayallerimin neresindeyim bilemem ama bildiğim kesin bir şey var ki
hayatimin en güzel günlerinden bir kısmını daha geride bıraktığım.
İnsan doğar yaşar ve ölür üçlemi hayatin bir gerçeği. Doğmaya ölmeye
biz karışmıyoruz, çünkü bizim daha önemli "yasamak" gibi büyük bir
uğraşımız var. Yaşamın içini doldurmak ise tamamen imkân ve hayallerin
sınırları ile ilgili.

Hayatımda kurduğum tüm dostlukların hep kıymetini bilmeye
çalışmışımdır. Geçen seneki dil kursunda tanıştığım yabancı dostluklar
ise sanki biraz daha farklı bir iz bıraktı ben de. Çünkü hepimiz
anadillerimizden ayrı başka dillerde duygu ve düşüncelerimizle
anlaşmaya çalışıyorduk. Cümlelerimiz sade ve olduğu kadar kısa idi.
Ama dostluklar ve kardeşliklerde samimiyetin evrenselliği tartışılmaz
bir gerçekti.

Yazdıklarımın yazacaklarımla ne ilgisi var bilmiyorum ama şu an
itibariyle 5 günlük Almanya ziyaretimin dönüş treninden bunları
yazıyorum. Zaman misali tren de bir o kadar hızlı ilerliyor.

Geçen sene kursta tanıştığım Sabine adli alman arkadaşımın daveti hiç
de yabana atılacak gibi değildi! 25-30 euroluk bilet fiyatları ise bu
isteğimin haklılığını gösteriyordu. Fransız arkadaşım David ve
Hongkong'lu esi Vivi de davetliler arasında idi. Paris Stuttgart
yolculuğu başladı böylece hep beraber.

Almanya; Türklerin taşı toprağı altın diyerek ikinci vatan haline
getirdikleri bir yer. Rivayete göre 3 milyonu aşkın türkün bulunduğu
ve 4. Jenerasyonun yaşandığı bir fırsatlar ülkesi. Gayem, hem yapılan
bu güzel davete icabet etmek hem Türk soydaşlarımızı yerinde görmek
hem de yeni dünyalar insanlar keşfedip dağarcığımı yeni hikâyelerle
süslemekti.

Stuttgart: Tüm alman şehirleri gibi dünya savaşları döneminde deyim
yerinde ise taş üstünde taş  kalmayan bir yer. Tüm yıkık şehir savaştan
sonra hızlı bir şekilde inşa edilmiş ve ortaya modern bir şehir
çıkmış. Ama tarihinden yoksun bir şehir. Hiçbir tarihi bina yok
haliyle. Her ne kadar kaldırımlar geniş, yollar düzgün olsa da gayet
sakin bir şehir. Sanırım klasik bir sanayi şehri. Porsche ve Mercedes
gibi rüyalara giren araçların üretiminin yapıldığı bir yer. Sokaklar
hep bu markalarla dolu. Duyduğuma göre bu fabrikalardaki işçiler bile
bu araçlara sahip olabilecek kadar kazanabiliyorlarmış. Asgari ücret
gibi bir kavramın olmadığı bir ülke Almanya’da bunu ilginç buluyorum
doğrusu. Bir de eklemem gerekiyor, sanırım Stutgarti biraz Anadolu
şehirlerine benzettim. Üstünde de bir tepesi var tüm şehri gören, işte
bu yönüyle biraz sevdim bu şehri. Eklemeden edemeyeceğim; Almanların
bu insana doğaya saygılarına hayran olmamak elde değil. Stuttgart
garının genişlemesi kapsamında yeni bir alanın daha inşa edilmesi
gerekmiş, belediye bunun için garın yanındaki küçük parka göz dikmiş.
Çevreciler diye olayı daraltmayacağım çünkü tüm halk bu parkta bulunan
5 adet ağacın kesilmesine karşı cıkmış ve protestolar düzenlemiş.
Tartışma ve eylemler sürüyor; ama aldığım izlenim ve duyduklarım
halkın ve doğanın kazanacağı! Belediye; kesilecek ağaçların 10 katini
başka bir yere dikmeye söz vermiş, çevreciler ise dikilen ağaçların,
kesileceklerin boyuna geldiğini görmeden mücadeleden dönmeyeceklerini
bu kadar ince güzel bir cevapla bildirmişler.

Aksam yemeğinden sonra Arkadaşım Sabine'in kaldığı yer olan bir başka
şehir Baden Wurttemberg'e geçtik. Sevgilisi bizi kapıda karşıladı, Ben
ise ailesi ile karsılaşırım sanıyordum doğrusu! Gerçi çok şok olmadım
bu duruma, alışmıştım sanırım Avrupa da genç nüfusun özgür kararları
ile aileden ayrılarak beraber kalma durumlarına. Sabahlara kadar süren
hoş sohbet başlayıverdi, şarap şişeleri havada uçuşurken bana ise
kahvenin çayın dayanılmaz keyfi düşüyordu.

Alman, Fransız, Hongkong'lu olunca katılımcılar. Gündem, haliyle
uluslararası konular oluyor. Arap dünyasını yıkıp yeniden kurmak, Çin'in
önlenemez yükselişi, Sarkozy, Merkel, Tayyip çekiştirmesi başlıca
konularımız oluyor. Konu "din" oluyor bir ara, birer Müslüman,
Katolik, Protestan, Ateist, Budist olunca muhabbette ortak bildiri
yayınlamak ise haliyle zor oluyor! Ama muhabbette en çok geçen
kelimeler ise bunlar oluyor: oh mon dieu, oh my god, aman Allahım,
görmediğime inanmam!

2. Gün Sabine'nin şehrini gezmekle geçti, sağ olsun mahalleden tanıdığı
Fransızca bilen bir kılavuz ayarlamış bize. Keyifli bol kahkahalı bir
şehir turu çok güzeldi. Tur sonrasında ise, yörenin geleneksel
yemekleri ile donatılmış harika sofraları anlatılmaz tadılır deyip
hemen başka bir konuya geçeyim.

Akşama doğru Heilderberg denen yakin bir şehre geçiyoruz. İşte bu
şehir benim şehrim diyorum hemen. Alman güzelleri demek ki kaç gündür
burada saklanıyormuş. Kızların güzelliği şehre yansımış. Sokaklar
tertemiz, geniş ve çok canlı bir şehir. Ortasından bir nehrin geçmesi
bir şehre ne kadar güzellik katıyor böyle. Şehrin tepesinde ise tarihi
bir kale var, oradan şehre akşam saatinde bakmak çok harika, kalenin
duvarlarını anlatmalıyım: Türk kardeşlerimiz aşklarını kalp çizerek,
ziyaret tarihlerini de ekleyerek doldurmuş! Bunları gördükçe
Olmadığımız, gitmediğimiz, çizmediğimiz yer yok sanırım bu dünyada
diye düşünmeden edemiyorum!

Bu gezimin asil kahramanlarını yazmayı sona bıraktım. Pelin ve Reşit.
İnsanın her yerde bir arkadaşı olması bir ayrı güzel. Kendileri de
benim gibi MEB burslusu olarak yurt dışında eğitimlerini
sürdürüyorlar. Yani Türkiye’nin gelecek umutlarından birkaçı. Pelin,
Ankara’dan avukatlık stajimdan tanıştığım arkadaş, kendisi Ankara’da
ettiğimiz güler yüzlü muhabbetlerin sahibi. Bu güler yüzlü muhabbetin
hatırı, 40 yıllık kahve hatırı gibi beni bulundukları Köln şehrine
çekiyor. Gar da iki çift güler yüz karşılıyor beni. Tanışmalar ve
sarılmaların peşine kahveler içiliyor, muhabbetler koyulaşıyor.
Dertler ayni dert, dileklerimiz ise bir. MEB burslusu olup da
dertlenmemek elde mi! Ama uzun zamandır doyasıya Türkçe muhabbet
edememenin acısıyla konuştukça konuştuk diyebilirim. Ertesi günün
planları yapılıp otele yerleştim. Gözlerim dünyanın yeni bir yerinde
kapanıp yine farklı bir köşesinde açılacaktı.

Köln, Almayanın 3. Büyük şehri. Ortasından Rennes Nehri geçiyor.
Oldukça büyük bir nehir ve sanırım bu nehirle bayağı bir ülke
kat edilebiliniyor. Dümdüz bir şehir, durum böyle olunca gözlerin
yüksek bina ve yapılara takılıyor. Ama kilometrelerce uzaktan bir
ihtişamlı bir bina görülüyor ki anlatmadan edemem! Bu dediğimi
Türkiye’de olsam minare olarak anlatırım, haliyle burası Köln olunca
kilise demek durumunda kalıyorum. DOM kilisesi; yapımı 500-600 yıl
sürmüş harika bir yapım, yaklaştıkça üzerindeki harika işlemeler,
detaylar daha iyi gözüküyor, yanına gidince ise ihtişamından gözlerin
kamaşıyor saygıyla eğiliyorsun. 2. Dünya savasının tek ayakta kalan
binası bu kilise imiş, sebebi manevi bir büyü değil, düşman
pilotlarının görüş açısını iyi ayarlıyor olması gibi tamamen duygusal
bir sebep!

Büyük bir sürpriz beni karşılıyor. Reklam panolarında büyük harflerle "
Başbakan gurbetçilerle buluşuyor" yazıyor. Bir an takip edildiğimi
düşünüyorum:), tesadüf deyip fazla üzerinde durmuyorum. Zaten Başbakanın
beni Köln de görmesinden de bir o kadar korkuyorum. Seni Paris’e
yollamadık mı? Derslerden mi kaçıyorsun, senin bursunu biz yolluyoruz,
ey "besleme" Bilgehan derse diye hiç miting alanına yaklaşmıyoruz:)

Bu kadar yazıp da gurbetçilerden bahsetmemek olur mu? Bir iyi bir kotu
gözlemim var önce kötüsünü söyleyeyim. İlk Stuttgart’a indiğimde şehrin
en büyük kitapçısına girip sözlükler kısmına gittim bir adet almanca-
Türkçe sözlüğü almak için. Durum çok vahim; Almanya’da yaşayan en büyük
yabancı nüfus biz olmamıza rağmen bu oran kitapçıya hiç yansımamış.
Bir adet sözlük bulmakta bile ne kadar zorlandım anlatamam. Bulduğum
ise Almanlara yönelik Türkçe öğrenme kılavuzu. Yine Almanların
Türkleri anlamaya yönelik çabasının ürünü. Türklerden üretilmiş bir
adet güzel bir eser bulamadım. Ama iyi haberi de ekliyim de biraz
içimiz ferahlasın hemen. Her caddede maşallah bir dükkânımız var,
kebap kokmayan bir sokak yok haliyle. Harıl harılda işliyorlar. Bir de
Türkçem için ne kadar gururlandım bilemezsiniz! çoğu uyarı levhaları
tek dil olarak Türkçe yazılmış:)

Bunun gibi birçok anı ve gözlemlerimi belleğime kaydetmiş bir şekilde
dönüş yolunu tutuyorum. Paris’te beni birçok kişi, ödev ve sorumluluk
bekliyor.

İnsanın her yerde bir "dostu" olması bir ayrı güzel.

Sevgilerimle,

Bilgehan Avcı

01.03.2011 / Almanya


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster