Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


CANIM OGRETMENIM


Açıklama: Ne zaman bir yazıya başlayacak olsam alırım başımı iki avucumun arasına ve dalarım puslu gözlerimle dağınık evimin bir köşesine. Anılar ararım yazıma kaynaklık edebilecek. Yıllardır sakladığım ve varlıklarından bile haberdar olmadığım düşüncelerimin gün ışığına çıkmasını beklerim öylece. Dalarım yine düşler dünyasına, hayallerim ve anılarımla elele
Kategori: Köşe Yazıları
Eklenme Tarihi: 25 Kasım 2014
Geçerli Tarih: 08 Mayıs 2024, 05:40
Site: Yanıkozan Fikir Ve Sanat Sitesi
URL: http://www.yanikozan.com/yazar.asp?yaziID=257


Ne zaman bir yazıya başlayacak olsam alırım başımı iki avucumun arasına ve dalarım puslu gözlerimle dağınık evimin bir köşesine. Anılar ararım yazıma kaynaklık edebilecek. Yıllardır sakladığım ve varlıklarından bile haberdar olmadığım düşüncelerimin gün ışığına çıkmasını beklerim öylece. Dalarım yine düşler dünyasına, hayallerim ve anılarımla elele.

 Bazı duraklarda durur hayal trenim.

 Eskilerden birgün,tam tarih istemeyin benden hatırlayamam. Evde bir bayram havası, askıda bir adet önlük en gıcırından, ne de olsa yeni alınmış. Yanında bembeyaz fiyakalı bir yaka. Kullanmayacağima eminim ama şık görünmek icin sanırım bir adet de mendil. Dopdolu geçirilmis yaz aylarından sonra genelde ayakkabılar hurdaya çıkar, kolay mı mahalleler arası günde ikişer maç yapmak. Buna ayakkabı mı dayanır. Hemen tamamlayayım, havalısından bir adet de “Trabzon kara lastik”, sanırım 34 numara, evimin kapısında beni bekliyor. İlk okul çantamı hatırlamıyorum ama üzerinde “He-man” resmi olmaması hiçten bile değil. Kalemim defterlerim hepsi nizami bir şekilde yanımda. Silgimin yerini hiç unutamam, diğer ucu 30 santimlik bir iple ön cebime itinayla dikilmiş. Bunun ehemmiyetini ipi kopardıktan muhtemelen 2 saat sonra silgiyi kaybetmekle tecrübe ediniyorum. Evden törenle çıkılıyor, Annem “haydi bismillah” diyor arkamdan, önümdense ablam benden 1 yıllık daha deneyimli olmanın kararlılığıyla yürüyor. O zamanlar okula yaşı tutmayan kardeşim ise özentisinden olsa gerek peşime takılıyor. Yaşın küçük , sen evde anneme yardım et diyorumJ . Böylece aydınlığa doğru bir yol açılıyor benim için. Sonunda okullu olup sınıfları dolduruyoruz. Gerisini biliyorsunuz zaten, Ali geliyor, Okul açılıyor ve Oya ip atlıyor... Yıllardır bitmeyecek bir maceraya başlamış oluyoruz. Hatırlamak çok zor biliyorum okuldaki ilk gününüzü, ilk dersinizi ilk sinif arkadaşlarınızı ve tabiki ilk öğretmeninizi.

 

Bir ceşme düşünün, metre ile ölçsen ev ile okulun tam ortasında. Ne işe yarar demeyin, babanız ögretmen ise daha iyi anlarsınız beni. Okulda baba diye cağırıp, evde ise öğretmenim diye karıştırıyorsanız daha da iyi anlarsınız beni. Çeşmenin stratejik konumu işimizi kolaylaştiriyor. Babamın kararı ile okuldan ceşmeye kadar babama öğretmenim diye sesleniyorum, ceşmeden eve kadar ise size baba diyebilir miyim öğretmenim durumu oluyor. Tabi öğretmen çocuğu olmanın artıları da olmuyor değil. İltimas geçildiği düşünülmesin diye sıra dayağında diğerlerinden yediğin bir fazla cetvel senin artı hanene yaziliyor. Yine aynı duygudan dolayi olsa gerek 5 olmasini bekledigin bir notunu karnende 4 olarak gormek ise eksi hanene yaziliyor.

İlk yıllarda bazı günleri anlayamazdım. Babam senenin belirli günlerinde eli kolu hediyelerle dolu, gözleri ise yaşadigi duygu dolu anlarla nemlenmiş bir şekilde eve gelirdi. Yaşadigimiz yer köy olunca, birisi gönlünden kopardığı elmayı getirmiş , diğeri komşusunun balkonundan aşırdığı çiçeği otla sarmıs itinayla, bir diğeri ise daha duyarlı ve ördügü yün çorabı hediye etmiş çok kıymetli öğretmenine.  Bu hediyelerden çok çocukların gözlerindeki ışıltı ve umut duygulandırırdı babamı. Yine günlerden birgün böyle özel bir günde, ışıltılı ve umut dolu gözlerimle öğretmenimin karşısına dikildim ve kullanmaya, bakmaya dahi kıyamadığım parlak renkli çok özel kurşun kalemimi uzatarak : Ögretmenim bugün sizin gününüz, bunu size hediye aldım dedim. Bu anı hiç unutamam. Çok duygulanmıştı belli ki önce biraz kalakaldı ve sonrasında alnımdan bir öpücük koydu. Teşekkür etti. Aynı günün son dersiydi sanırım. Öğretmenimiz günün önemine binaen özlü sözlerle dolu bir konuşma yapmıştı sınıfa, öğretmenliğin fedakarlık isteyen zorluklarla dolu bir meslek olduğunu, meyvesinin uzun yıllar sonra toplanacağını bunun için de öğretmenliğin sabır ve sebatla yürütülebileğini söyledi. Son bir cümlesini hiç unutmam, bir öğretmenin tek malvarlığı öğrencileridir başka da hiçbirşeyi yoktur demişti. O an anlamamıştım bu derin cümleyi. Dersin bitmesine 20 dakika kala öğretmen bizden günün manası ile ilgili birşeyler yazmamızı istedi. Yazılardan en güzelini sınıf duvarına asacağını söylemişti. Herkes döküldü hemen birşeyler yazmaya. Ben ise hiçbirşey yazamıyordum. Kalemimin kaybolduğunu ve onu aradığımı gören öğretmenim cebinden çıkardığı biraz önce hediye ettiğim kalemi bana uzatarak sanırım bunu arıyorsun diyerek elime sıkıştırmasını hiç unutamam. Ne yazdım bilmiyorum ama yazımın haftalarca duvarda asılı kaldığına herkes şahit. Öğretmenlerin bizlerden başka hiçbirşeylerinin olmadığı sözü ise çok doğruydu, bir kaleme bile…

 

Orta 1. Sınıfı dedemin yanında Bolu’da okumuştum. Pazartesi sabahları ve Cuma akşamları İstiklal marşı okunması için okul önünde sıraya girdiğimizde en önde duracak kadar küçüktüm. Cebimdeki azıcık harçlığı bir teneffüs arasında aldığım ülker çikolatalı gofreti birçok arkadaşıma paylaşacak kadar saf ve temizdim. Eve dönerken bindiğim otobüste yaşlılar ve bayanlara yerimi vermeye hiç çekinmeyecek kadar düşünceli idim. Boş zamanlarımda hasret çektiğim aileme mektuplar yazacak kadar ise vefalıydım. Anladınız yani iyi bir öğrenciydim. Bir Cuma günü öğleden sonra derse girmeyerek yıllık ödevimi yapmak için teyzemle birlikte il kütüphanesine gidip Halide Edip’in Vurun kahpeye romanını almıştık. Hafta sonu ise romanın özetini çıkararak ödevimi tamamlamıştım. Pazartesi günü bir Türkçe dersinde yıllık ödevimi teslim etmenin sevincini yaşamaya başlamıştım ki. Müdür yardımcısı beni idare’ye çağırdığını duydum. Öğretmenimden izin alarak dersten çıktım. Aynı sınıfa yaklaşık 10 dakika sonra ağlayan gözlerle dönecektim. Cuma günü izinsiz okuldan kaçtığım için cezalandırılacaktım. Boyum kadar uzun bir demir sopanın dizlerime, ellerime vurulduğunu unuturum belki birgün ama bunu yapanın bir öğretmenim olduğunu hiç unutamam. Dayak yerken bile öğretmenim diye ağlayan bendim, sınıfa ağlayarak girdiğimde de Türkçe öğretmenimin boynuna atlayarak öğretmenim diyerek haykıran da bendim. Beni döven de bir öğretmendi, sığınacak limanım da bir öğretmen. Yediğim dayaktan dolayı baldırımın morardığını bir ben bilirim, bunu dedemden bile saklamıştım korkudan. Sadece ablam yürürken sektiğimi görünce anlamıştı. Ben ise Halide Edip’in Vurun Kahpeye diye bir kitabı yıllık ödev olarak almakla ne kadar doğru bir iş yaptığımı bir daha anlamıştım.

 

Liseyi Ordu Fen Lisesinde okudum. Zeki öğrencilerle dolu olduğundan mıdır, yoksa yatılı olmasından mı bilmem ama acısıyla tatlısıyla binbir maceralarla dolu günlerimiz oldu. İlk müdürümüz hemşehrimiz Şavşatlı idi. Babam kendisi ile kayıt sırasında tanışmış uzun süreli bir muhabbet edip hemencecik dostluk kurmuş. Diğer öğretmenlerim gibi kendisi de çok kıymetli idi benim için. Hemşehrisi olduğumdan mıdır sevimli öğrenci olduğumdan mı bana her konuda çok yardımcı olurdu. Bana çok güvenirdi. Okulda lakabımın torpil olarak çağrılmasına sebep olsa da ben bu durumdan oldukça mutluydum. Bir akşam etüdü sırasında derslerin sıkıcılığından olsa gerek ortalığı karıştırarak gürültüye sebep olmuştum. Sınıfı Şavşat yaylalarına benzeterek bağrıştığımı iyi hatırlıyorum. Müdürün ise hangi arada sınıfa girdiğini ise hiç ama hiç hatırlamıyorum. Suratıma inmek üzere bir elin yükseldiğini gördüm, zaman durdu sanki ama elimden zamanı geri getirecek hiçbirşey yoktu. O el yüzüme inmedi belki ama konuşmak için müdür odasına çağırdığındaki sözleri daha ağrıma gittiğini söyleyebilirim. Babamın kendisine yazdığı mektubu her zaman yanında taşıdığını söyleyerek cebinden çıkardı ve mektupta özetle etimin aileme kemiklerimin okula bağışlandığını özetledi. Bu bilinçle okulumu ciddiyetle sürdürmem gerektiğini söyledi ve kollarının arasına alarak beni sevdi. Keşke o tepemde canlanan el suratıma inseydi de bu gerçek ve mahçubiyet yüreğime inmeseydi.

 

Bu treni durdurmasam gider de gider. Her durakta kimbilir neler neler anlatır sizlere. Öğrenmenin yaşı yoksa bu tren daha çok istasyona uğrayacak belli ki. Bir harf öğrenerek bile 40 yıl köle olacak kadar borçlu olduğum kıymetli öğretmenlerime kalan ömrümü adasam ne kadarını ödeyebilirim ki. Ödeyemeyeceğim bir yük bu besbelli. Bunca yıldır aldığım eğitimle her mesleği kendime hedef etmişimdir belki ama hiçbir zaman öğretmenliğin hakkını verebileceğim konusunda kendime güvenemedim. Her zaman bilgiyi, ilmi kendime yol ettim. Bunları bünyelerinde taşıyan ve ışıklarıyla çevrelerine  saçan öğretmenlere ise hep imrenerek baktım. Ve şuna inandım bu hayattaki en iddialı ve kutsal meslek Öğretmenliktir. Nasılki cennet analarının altında ise, bu dünyayı cennete çevirmek de öğretmenlerimizin elindedir.

 

Böyle kutsal, zorlu, çileli bir mesleğe en yakınlarımı, önce babamı, ablamı, amcamı, kuzenlerimi ve dostlarımı kıymış biriyim. Sağım solum önüm arkam öğretmen sayılır bir nevi. Dünyamın nasıl bir cennete dönüştüğünü varın siz düşünün artık.

 

Tüm bu duygularla benim bu günlere gelmemi sağlayan başta babama, sevgili dostum Öğretmen Hasan AVCI nın babası ilkokul öğretmenim sayın Mehmet AVCI ya, tüm öğretmenlerime, bu kutsal mesleğe kendini adamış eğitim ordusunun her bir neferine en derin saygılarımı sunuyorum. Her birinizin ellerinden öpüyorum ve ömür boyu sağlıklı mutlu huzurlu başarılı ve en önemlisi yepyeni umutlarla dolu yepyeni öğrencilerle dolu bir hayat diliyorum.

 

Bilgehan AVCI

24.11.2011 Paris / Fransa

 


Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster