Paris’te ‘Türk Mahallesi’ adıyla anılan bir yerleşkeden söz edilmektedir. . Burada Türk nüfus yoğun olarak yaşamaktadır. Türkçe tabelaları o kadar sık ki, insan burada kendisini İstanbul’da hissediyor. Orada, Türk lokantaları, Türk marketleri ve Türk kuaförleri hizmet vermektedirler. Marketlerde tüm Türk ürünlerini bulabilirsiniz. Alkol, Türk marketlerinin de olmazsa olmazlarındandır. Çünkü Türk marketlerden Fransızlar da alış veriş yapmaktadırlar. Paris’in diğer merkezlerinde yaşayan Türkler de gelip Türk Mahallesi’den alış veriş yapmaktadırlar. Lokantalarda kebap ve baklava yiyebilirsiniz. Fransa’ya kaçak yollardan gelenlerin ilk işyerleri inşaatlar ve ardından lokantalar gelmektedir. Oturma iznini alan Türk yurttaşımızın kısa zamanda işinin patronu olması kadar kolay şey yoktur.
Fransa benim nem’e lazım.
Ne sevincim var ne hazım.
Yanıklı’da kaldı yazım.
Kışlarımla Paris’teyim.
Tuvaletlerine diyecek yok. Hem temiz, hem bakımlı. Ücretsiz olması da cabası. Tuvaletlerde hiç kimse istihdam edilmemektedir. Yalnız bizdeki gibi kadın ve erkeklerin ayrı ayrı değil. Her tuvalette klozet bulunmaktadır. Fakat taharet etme şansınız bulunmamaktadır. Tuvaletler öyle bir sistemle donatılmışlar ki kendi temizliğini kendisi yaptıktan sonra kapı açılıp isteyen girebiliyor. Duvarlarda iğreti yazılar bulunmamaktadır.
Fransız okuyor. Metro da bile ellerinde kitap var. Gazete okuma oranı bizden kat kat fazla. Bizdeki Adacenter gibi dev yapılarda kitaplar satılıyor. Her katında ayrı kesimlere hitap eden çok katlı kitap satış hipermarketleri vardır. Ben, öncelikle ve özellikle raflarda göz gezdirirken Türk yazarlarını merak ettim. Gibert Joseph kitaplığında Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Enis Batur, Zülfü Livaneli, Sait Faik, Ahmet Altan, Nedim Gürsel, Oğuz Ata, Evliya Çelebi, Elif Şafak, Tahsin Yücel, Tezer Özlü ve Ayşe Kulin’in kitapları vitrinleri süslemektedirler.
Bir kor başlar kanında
Lava döner anında
Hele Sen’in yanında
Paris’te aşk başkadır
Bütün yollar ‘aşk’adır
Bir beğenim de bisikletlerle ilgili olanıdır. Paris’te yaşayanlar, belirli mekânlarda park edilmiş bisikletlerle seyahat edip, seyahatlerinin bitiminde bir başka merkeze bırakıyorlar. Bizde ki gibi, bisiklet hırsızlığı yaşanmıyor.
Yahya Kemal’in sürekli kahvesini yudumladığı Cafe’de ben de bir kahve içme onurunu yaşadım. Victor Hugo’nun evini ve Louwre Müzesi’ni Bilgehan’ın arkadaşı, yazar Mustafa Ruhi Şirin’in oğlu Memduh Cemil ile ziyaret edip bol bol resim çekindim. Louwre Müzesi’ni bir günde gezip, görmek olası iş değil. Bu müze, dünyanın en büyük müzesi ve en çok ziyaret edilen müze olarak anılıyor. Bu yılın sonunda müzeye İslam Eserleri’nin de ilave edilecek olması müzenin önemini arttıracaktır.
Kaldırımı caddesinden geniştir.
Bir baştan bir başa gezmek zor iştir.
O’na çıkan yollar ne üç, ne beştir.
Paris ünlenmiştir Şanzelize’yle.
Mezarlıklara gelince, bizdeki gibi aile mezarlıkları yer almaktadır. Fakat mezarlar yan yana değil, üst üstedir. Apartmanlar gibi. Mezarların mimarisine diyecek yok. Mezarlarda kişilerin isimlerinden başka resimleri de vardır. Mezarlık, oldukça bakımlı ve temiz. Mezarlıkta gezinirken Yılmaz Güney’in de kabrini görmüş olmam bana ‘ Boynu Bükük Öldüler’ romanını anımsattı. Aynı mezarlıkta olduğunu söylemiş olmalarına karşılık Ahmet Kaya’nın mezarına bir türlü denk gelemedim.
Metrolarda çıkış anlamına gelen ‘sortie’ tabelalarını sıkça görürsünüz. Burada bir Türk’ün bir anekdotunu anlatmadan geçemeyeceğim.
‘Paris’e ilk gelmiştim. Metroyla seyahat ederken nerde olsa ‘sortie’ tabelaları gözüme ilişiyordu. Anlamını bilmiyordum. İçimden ‘Sortie ne kadar büyük bir yer ki bütün yollar Sortie’ye çıkıyor’ dedim. Paris’e ilk geldiğim günlerde tüm mağazalarda olan ‘Soldes’in anlamını merak ettim. Soldes, indirim demekmiş. 0/70’e varan indirimler vardı. Fiyatlar bizdeki gibi 2,99 , 7,99, 39 euro. Fakat bir ürünü satın aldığınızda paranın üstü 1 sent dahi olsa alabiliyorsunuz. Bizdeki gibi 99’lar 100 olmuyor yani. Reklam sektörü çok faal. Her yerde reklam spotu var. Gösterime giren sinema ve tiyatroların reklam spotları en başta metrolarda göze çarpıyor. Ürünlerin sunumu bir harika.
Metrolarda bizdeki gibi az da olsa yaşlı ve bayanlara yer veriliyor. Bizdeki gibi adım başı dershane tabelaları bulunmamaktadır. Sözün özü Fransa’da dersane sektörü yoktur. Eğitim, okullarda başlayıp okullarda bitiyor. Paris’te her yerde cami olmadığından namazların cem edilebilirliğini ilk kez burada öğrendim. Diyanetin görevlendirdiği ilahiyatçılar açıkladılar. Paris’te ‘Cheatlet’ adlı bir yer var. Sakarya’daki Çark Caddesi gibi çok işlek bir yer. Ben onu bizdeki ‘cehalet’e benzeterek ‘Paris’te cehalet var’ diye espri konusu yapmaktaydım.
Karıştırdım günü ayla
Ne orman var ne de yayla
Artvin’le ve Yanıklı’yla
Bir sanırdım seni Paris.
Muhammet AVCI / Adapazarı
PARİS GÜNLERİM 3
Bilgehan’ın Paris’te çok geniş bir çevresi var. Türk aileler, doktora yapan öğrenciler,gazeteciler ve kaymakam adayları ilk aklıma gelenlerdir. Paris’te bulunduğumuz sıralarda üç gün Türk ailelere konuk olduk. İlk kez Afyonkarahisarlı Mehmet Bey’lerdeydik. Mehmet Bey, çok şakacı ve hayatını gırgıra boğmuş biri.Cömert ve aktif. Ben kendimi çok konuşkan biri sanırdım ama O’nun yanında adeta dilsiz biri olarak kayıtlara geçtim. Kızı Ayşegül bir avukat. Bilgehan’ı üç sene önce eşi Hasan’la birlikte Orly Havaalanı’nda karşılayıp , Türk konukseverliğini göstermiş ve tüm işlemlerinde yardımcı olmuşlardı. Bir başka gün Hasanlardaydık. Hasanlar, Erzurumlu, orada ev bark edinmişler, iş edinmişler.Konukseverliklerine hayran kaldım. Hele ki babası Hüseyin Bey, bir Anadolu insanı. Cömert, vefalı ve çok saygılı. Avrupa kültüründen hiç mi hiç dejenere olmamışlar. Mehmet Beylerle dünürdürler. Her iki ailenin konuklarına ikram ettikleriyle küçük bir düğün yapılabilir. Yine bir başka gün Üzeyir Hocalardaydık. Üzeyir Hoca, Samsun- Termeli. Benim bir zamanlar öğretmenlik yaptığım yerden. Üzeyir Hoca, Türk camiinde vaaz hocası, eşi de din görevlisi. Ülkemizin gönderdiği din elçilerimiz onlar. Rize İlahiyat mezunu olup, yeğenim Nebi Gümüş’ün öğrencileriymişler. Yeğenimden övgüyle söz ettiler. Kurban etinden yaptıkları yemek nasibimizmiş.
Niye Yanık Ozan niye?
Söz söyletmem ben maziye.
Atmak için Şarkozi’ye
Taşlarımla Paris’teyim.
Diğer günlerde evimize konuk almaktaydık. Bilgehan’ın arkadaşları bize konuk oluyorlardı. Onlara memleketimizin yemeklerinden ziyafet veriyorduk. Paris’te kete, pişi, lokum pişirip Paris’in havasını bozduk diyebilirim. Can, Cemil, Selçuk ve diğerleri. Çok kaliteli gençler. Yazar Mustafa Ruhi Şirin’in oğlu Cemil beni birkaç gün Paris’in muhtelif yerlerinde gezdirdi. Louvre Müzesi’ni, Mona Lisa Tablosu’nu, Concord Meydanı’nı, Dikilitaş’ı bir günde ziyaret etmek fırsatını bulduk. Cemil’in gezilen yerler hakkında oldukça geniş bilgisi ziyareti taçlandırıyor. İdari Hukuk doktorasını yapıyor. Selçuk da Anayasa Hukukçusu. Özel otomobiliyle bizi Orly’den eve, dönüşte de evden Orly’e getirip uğurladı. Can da Vanlı.. Türkiye’den getirdiğim Yanıklı Web takvimlerini Cemil ve Cuma’ya hediye ettim. Takvimlerden biri de Bilgehan’ın evinde asılıdır. Yanıklı’nın takvimleri Paris’e kadar ulaştı, diyebiliriz.
Günün birinde de Paris’in olmazsa olmazlarından olan Eyfel’e uzandık. Bilgehan, eşim ve ben uzun süren metro yolculuğundan sonra Eyfel’in önüne vardık. Hava Ocak havası. Az soğuk var fakat esintisi çok. Biletlerimizi alıp, turnikelerden geçip asansörle Eyfel’in zirvesine tırmandık.
Eyfel’e Türk mührü vurmak.
Ay’a, yıldızlara varmak.
Yepyeni bir dünya kurmak
Düşlerimle Paris’teyim.
Kule, aynı zamanda tüm dünyada Fransa'nın sembolü halini almıştır. İsmini, inşa ettiren firma olan Gustave Eiffel'den alır. En büyük turizm cazibelerinden biri olan Eyfel Kulesi, yılda 6 milyon turist çeker. Eyfel Kulesi 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel'in firması tarafından, Fransız Devrimi'nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiştir Hiç ölüm vakası yaşanmamış olması, o günün şartlarında şaşırtıcı bir durumdur.Ancak kule, onu bir utanç lekesi olarak gören Paris halkının tepkisini de çekmiştir. Bazı sanatçılar devasa bir sokak lambasına benzetirken, bir fabrika bacası gibi Paris'in görsel itibarını zedeleyeceğini ileri sürmüşlerdir. Böylelikle devrin sanatçı ve edebiyatçı çevresinde bir kampanya başlatılmış, bu kampanya süresince ünlü sanatçıların imzaladığı bildiriler dağıtılmıştır. Bugün ise Eyfel Kulesi, Dünya'nın en güzel mimari yapılarından biri olarak kabul edilir. Parisliler onu Demir Bayan olarak adlandırırlar. İlk başlarda Eiffel, Kule'ye sadece 20 yıl için müsaade almıştı. Dolayısıyla, 1909 yılında kulenin sökülmesi gerekiyordu. Ancak kule, iletişim için çok uygun yüksekliğe ulaştığından ve yeni yüzyılda Atlantik ötesi haberleşmeye imkân tanıdığından, kalmasına izin verildi.Eyfel kulesinin tepesindeki dünyadaki şehirlerin yönünü ve oraya uzaklığını gösteren bir tablo vardır. Eyfel Kulesi 300 m yüksekliktedir. Zirvesindeki televizyon vericileri 27 m daha yükseklik kazandırır. Günümüzde yaygın olarak kullanılan çelik yerine demirden inşa edilmiş, özel teknikler sayesinde günümüze kadar sağlam olarak gelmiştir.200.000 metrekare alanda bulunan Eyfel Kulesi her 7 yılda bir, 60 ton boya ile boyanır. Kulede intihar olayları da yaşanmaktadır. Şu ana kadar 400 kişi bunu gerçekleştirmiştir. Zamanla, intiharların önüne geçmek maksadıyla platformların çıkış noktalarına demir parmaklıklar yerleştirilmiştir.
Kim ne derse desin de
Paris’te aşk başkadır.
Eyfel’in tepesinde
Paris’te aşk başkadır.
Bütün yollar aşkadır.
Eiffel’de çok sert bir rüzgâr ve soğuk bir hava vardı. Ona rağmen Eiffel turumuzu tamamlamamız gerekiyordu. Eiffel’den Paris’e bakmanın keyfi bir başka. Eiffel’e çıktığımız günlerde Türkiye ile Fransa arasında çok sert rüzgarlar esiyordu. Biz de buna paralel olarak kabaran milliyetçilik ruhumuzdan olacak ki üzerinde bayrağımızın resmi ve ‘Türkiye her yerde seninleyiz’ afişi açarak bol bol resimler çekindik. Çevredekilerin çatık kaşlı halleri hiç de gözümüzden kaçmıyordu. Eiffel’de hayli zaman çevreyi seyredip ‘Sana bir tepeden baktım Aziz İstanbul’ mısralarını hatırlarcasına şiir dolu, duygu ve düşünce dolu unutulmayacak bir günü daha yaşadık. Şunun altını çizmek gerekirse, Paris’e gidip Eiffel’e çıkmadan dönmek olmaz.
Paris seyahatimin duygu ve düşünce dünyamda yeni ufuklar açtığını söyleyebilirim. Ülkemizin insanının yaşam kalitesiyle Fransız halkının yaşam kalitesi arasında dağlar kadar mesafe vardır. Batı standartlarına erişmemiz için daha çooook çalışmalıyız çooook. Şimdiye kadar batının teknolojisini değil, kültürünü ithal edip kendimizi batılı addetmişiz. Batı dünyasının olanaklarını kendi kültürümüzle yoğurarak müreffeh dünyanın nimetlerine erişiriz. Batının neyi nasıl yaptığını araştırarak olumlu taraflarını kendimize uyarlayabiliriz. Yoksa, ‘kes- kopyala, yapıştır’la yerimizde saymaya mahkumuz. Sözün özü doğuda da batılılar gibi yaşayabilir, onların yaşam standartlarına erişebiliriz. AB standartlarında yaşamamız için AB’ye girmemiz gerekmez.
Nesinden söz etsem sana nesinden
Mahrumum ezanın, kuşun sesinden
Paris’in buğulu penceresinden
İzleyip dururum seni Türkiye’m.
Okuyarak bilgilenmenin teoriden ileri gitmediğini fakat gezerek- görerek öğrenmenin işin uygulaması olduğunu öğrendim. Her ikisini birlikte gerçekleştirmek ise işin mükemmeliyetini anlatır. Bize bu fırsatı tanıyan oğlum Bilgehan’a ne kadar teşekkür etsek azdır. Mevla’m her şeyi gönlüne göre versin. Moda, lüks ve turizm şehri Paris’ten anlatacaklarım şimdilik bu kadar..
Ömründe birgün olsun
Paris’i görmelisin.
Doyumsuz bir yaşamın
İzini sürmelisin.
Muhammet AVCI/ Adapazarı