Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


GEÇMİŞE BİR YOLCULUK


Açıklama: Hiç kimse yaşamından şikâyetçi değildi. Bunca yokluğa rağmen daha mutluydu.
Kategori: Hayatın İçinden
Eklenme Tarihi: 24 Ocak 2019
Geçerli Tarih: 28 Mart 2024, 18:49
Site: Yanıkozan Fikir Ve Sanat Sitesi
URL: http://www.yanikozan.com/haber_detay.asp?haberID=414


Hiç kimse yaşamından şikâyetçi değildi. Bunca yokluğa rağmen daha mutluydu. Köyün her yeri meyve ağaçlarıyla doluydu. Her evde süt için birden çok inek beslenmekteydi. Yük ve çift sürme işlerinde eşek ve öküz beslenirdi. . Bunların yanında koyun, keçi, tavuk, kedi ve köpek mevcuttu. Köyümüz ile Artvin ve Şavşat arasında henüz araba yolu yoktu. 1965’te ilk köy yolu, kazma- kürekle bir araç geçebilecek kadar yapıldı.. İnsanlar yüklerini sırtlarıyla taşırdı. Evlerimiz, idare ve gaz lambalarıyla aydınlanırdı. Gazımız tükenmesin diye erken yatardık. İnsanımız, gaza, tuza ve beze şehre inerdi. Diğer her şeyi kendimiz üretir kendimiz tüketirdik. Köyde her yer ekilip- biçilirdi. Arazi satılırken kapışılırdı. Akşamdan sabaha kadar elimizde fenerle tarlamızı sulardık. Bir de kenar tarlaları yabaniden korumak için kulübede yatılırdı. Evlerin içinde su akmıyordu. Her gün işimiz yüzlerce metre uzaktaki çeşme ve dereden su taşımaktı. Yaşam şartları çok zordu. Sabah ezanı ile kalkıp çalışmaya başlanırdı. Güne ahırın temizliği, süt sağımı ve kış ise hayvanlara ot verilir, yaz ise hayvanlar otlağa salınırdı. Daha sonra sütün kaynatılması ve makinede süzülmesi işleri izlerdi. Evlerde tüp ve ocak olmadığı için her işi kara ateşte yapılmak zorundaydık. Odun ateşiyle hem ısınır hem de aş- ekmeğimizi yapardık. Mısırı su değirmenlerde öğütür, un edip ekmek yapardık. Her ev, kendi ekmeğini kendi pişirirdi. Ekmek, pilekilerde pişirilirdi. Yemekler yer sofrasında yenirdi. Her öğün mısır ekmeği yenirdi. Bayram günleri pişi pişirilirdi. Daha sonraları yollar yapılınca buğday alınıp, buğday ekmeği yenmeye başlandı. Buğday unu tek bayram günleri için ve lohusa kadınlara papa yapmak için temin edilirdi. Çay da içilmezdi. Bulaşık kül ile, çamaşır kireçle yıkanırdı. Köylünün yediği- içtiği hep tabii ürünlerdi. Ondandır, herkes sağlıklı ve kuvvetliydi. Herkesin birkaç çeşit giysisi de yoktu. Herkes Trabzon lastiği denilen kara lastik ayakkabı giyerdi. Çoğu zaman bu lastik ayakkabılarımız yırtılır annemiz iplikle yırtılan yerleri diker, biraz daha giyelim istenirdi. Çarık devrine ben yetişemedim. Köylümüz, altın çağını lastik ayakkabıcılık zamanında yaşadı. Çok para kazanıldı fakat köy arazisini alıp, şehirlerde yatırıma dönüştüremedikleri için zenginleşemedi. Giysilerde birden çok yama olurdu. İğne, hayatımızın ayrılmaz bir parçasıydı. Dönemin kadınlarının her birinin beş- on çocuğu olurdu. Bu çocukları da köy ebeleri doğurturdu. Kırık çıkıkları sırıkçılar, dişleri de yine mahalli dişçilerimiz çekerlerdi. Yaraların üzerine tütün basılırdı. Kış aylarında birkaç metre kar yağardı. Köylünün dünya ile irtibatı tamamen kesilirdi. Okulların tatil kararını şartlar verirdi. Hastalar, kızaklarla veya sedyeler le şehre ulaştırılırdı. Yaz aylarında yaylaya göç edilirdi. Yaylada iki ay kadar kalınır ve mezralara inilirdi. Güz gelince de köy hayatına dönülürdü. Yaylada günlerce eğlence olurdu. Kız- erkek ayrı oynardı. Yaylaya yükler ya sırtlanıp ya da eşeklerle taşınırdı. Şimdi nasıl çoğunun arabası varsa o zaman da eşek olurdu çok hanede. Yaylanın meydanında geceleri meydan ateşi yakılıp horon oynanırdı. Yaylada genelde yaşlılar ve çocuklar olurdu. Diğer insanlar köyde çiftçilik işleriyle meşguldüler. Yaylada sağılan sütle yağ, peynir yapılır, satılır, gaz, tuz, bez alınırdı. Yaylanın gevreği, kuymağı ve muhlaması meşhurdu. Köyde ilkokul, 1950 senesinde açıldı. Sonraları mahallelerde de okullar açıldı. Köyde yedi tane okulun faaliyette olduğu zaman çok uzak değil. Oysa şimdi hepsi kapalı. Okul kıyafeti olarak kara önlük, beyaz yakalık vardı. Öğretmen, birden beşe kadar her sınıfı okuturdu. Okul çantamız bezdendi. İlkokul bitince okuma fırsatını yakalayanlar 10- 15 kilometrelik yolu yaya yürüyüp kamyon üstünde veya ne bulursa binip şehre ulaşırlardı. Şehirde bir odacık kiralayıp, herkes kendi yemeğini ve temizliğini yapıp okul okurdu. O zaman sınıfta kalmak ve belgelenmek de yaygındı. Şimdiki gibi her gelen sınıfını geçemezdi. Yalnız, o zaman okuyan boş kalmazdı, şimdiki gibi KPSS yoktu. Kız çocukları genelde okutulmazdı: Mirastan da pay verilmezdi. Köy düğünleri bir başka olurdu. Kazanlar dolusu kavurmalar, pişiler ve aşlar yenirdi. Kız babasına başlık parası vermek adettendi. Düğünler genelde güzün olurdu. Kız- erkek düğün gecesine kadar buluşamaz, söyleşemezdi. Buna karşılık boşanmalar hiç olmazdı. Köyde dayanışma ve yardımlaşma imeceyle gerçekleştirilirdi. Kimsesizlere el uzatılırdı. Komşuluk ilişkileri de mükemmeldi. Evin anahtarı komşuda olurdu. Köylümüz, konuğunu da en iyi şekilde ağırlar, kendi yemez, konuğuna yedirirdi. Kurban bayramında kurban kesmeyenlerin tamamına et kesenlerce paylaşılırdı. Geçmişten bu güne yaşayan tek geleneğimiz bu olsa gerek. Köy evlerinde banyo yapmak ve tuvalet ihtiyacını gidermek bir dertti. Evlerin tuvaletleri genelde evin dışında ahır kapılarının yanı başında olurdu. Banyo ise evde leğende yapılırdı. Evlerde dede, nine, amca, hala, anne, baba ve çocuklar birlikte yaşarlardı. Huzur evini hem kimse bilmez hem de sözlüklerde bile yer almazdı. Üç yüz haneyi aşkın köyün yolu, elektriği, telefonu ve evlerde suyu yoktu. Derelerin üzerine köylüler ağaçtan köprüler yaparlardı. Devletin inşa ettiği tek okuldu. Camiyi de köylümüz inşa etmişti. Fakat insanlarımız devletine çok bağlıydı. Askere gider, vergisini verirdi. Askere gitmeyen adamdan sayılmazdı. Köyümüze jandarma bir tek tebligat için gelirdi. Cinayetle ölenin mezarı hala yok köyümüzde. İşlenen suçların tamamına yakını orman suçudur. Evler ahşap olduğu için ve yakacağı için ağacı kesmek zorundaydı. Gurbet nedir, kimse bilmezdi. Hiç kimse yaşamından şikâyetçi değildi. Bunca yokluğa rağmen daha mutluydu. Haziran 2016 Sakarya Muhammet AVCI

Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster