Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


ANILARLA ESKİ ARTVİN GÜNLERİNE YOLCULUK... ( NOSTALJİ)


Açıklama: Hayatta olanları da iyilikleriyle anıyorum.
Kategori: Hayatın İçinden
Eklenme Tarihi: 04 Nisan 2020
Geçerli Tarih: 29 Mart 2024, 00:04
Site: Yanıkozan Fikir Ve Sanat Sitesi
URL: http://www.yanikozan.com/haber_detay.asp?haberID=444


1968 yılının son yaz günleriydi. İlk defa Artvin'e gidiyorum. Köyden Çiftehanlar'a yürüyerek indim. Çiftehanlar'da esnaflık yapan İbrahim abi, beni arabaya bindirdi. Hayli gittikten sonra, şoför para istedi, ben de: -İbrahim abi, ödedi ya, dedim. Meğer, İbrahim abi, para vermeyi unutmuş. Neyse Artvin'e vardım, beni Mevlüt ağabeyimle Haydar ağabey bekliyorlardı. Durumu anlattım, gidip şoförü bulup, hesabı ödediler. Ortaokula kaydımı yaptırıp, köyüme döndüm. Bir süre sonra okullar açılmadan iki gün evvela Artvin'e bu defa Şakir amca ile indim. O zaman, dönemeçli ve eğri- büğrü yollarında Artvin'de kusmadan seyahat imkansız gibiydi. Kustum bir naylon kese kağıdının içine ve Şakir amca elimden alıp, minibüsün penceresinden dışarıya salladı. Hala unutamıyorum o utanmayı. Arkadaşım Yılmaz benden bir gün sonra Artvin'e indi. Ben de gidip ona: Köyde ne var, ne yok? Diye sorduğum da hep aklımda! Nihayetinde okullar açıldı. O zaman ortaokulla lise aynı binada eğitim hizmeti veriyordu. Kazım Karabekir Lisesiydi adı. Şimdi onun yerinde yeller esiyor. Okul, sabahçı- öğlenci olarak hizmet vermekteydi. Öğleye kadar biz ortaokullar, öğleden sonra liseler. Benim kasketim yitti de rahmetli Sadettin'in kasketini örtünüyordum. Öğleye kadar ben, öğleden sonra o. Şimdiki hükümet konağının olduğu yerde berber Mehmet abi ile Hurşit abinin berber dükkanları vardı. Mehmet abi, bir gün bir kilo gazete almamı istedi, ben de ne bileyim, gittim gazeteciye... Hurşit abi, benim aylık saç traşımı yapar, ücretini dönem sonunda ağabeylerim öderlerdi. Berber Mehmet abi, bir gün Kayabaşı'nda kaldığım ablamların evine gelmişti, az oturmuştu, kapıya çıktığında ayakkabılarının yerinde yeller esiyordu. Hala o beyaz iskarpin ayakkabılar gözlerimin önüne geliyor. Haydar ağabeyimle ağabeyi Adem ağabeyin orman işletmesinin karşısında dükkanları vardı. Haydar ağabeyim, Şavşatlı ve köyümüzden okumaya gelenlerin velisiydi. Haliyle, dükkan da çok kalabalık olurdu. Cilt cilt veresiye defterleri vardı. Adem ağabeyden bir kutu ciklet alıp, sanıyorum 19 Mayıs bayramıydı, stada götürdüm satmaya. Birkaç tane sattım, acıktım, parasıyla simit alıp yedim. Yarısından çoğunu veresiye verdim. Akşam oldu, Adem abiye hesap vermeye girdim dükkana. -Hani getir paraları! Olanları anlattım. Ve: - Sakızın veresiyesi mi olur?, dedi. Ticaret işine başlamamla terk etmem bir oldu. Köyden Artvin'e yürüyerek gelenleri de unutmadım. Arabanın kusmalarına sebep olmasından dolayı sabah namazıyla köyden çıkıp, yatsıya Artvin'e gelen İsmail amcaları da hatırlıyorum. Kayabaşı'nda ablamlarda kalıyordum. Çok kalabalıktılar. Eniştemin annesi Gülhanım Nene ile babası İshak Amca kendi odalarını benimle paylaşıyorlardı.Karyolada onlar, karşıdaki divanda benim yatağım seriliydi. Hiç de konukları eksik olmazdı, sofraları da hiç mi hiç kalkmazdı.Dört yıl evlatları gibi himaye ettiler beni. Okutup, hayata atılmamı sağladılar. Adem ağabey, vefat etti, dükkan da beraberinde tarihe karıştı. Haydar ağabey, servis şoförlüğü yaptı yıllarca. Gülhanım nenenin prensibiydi. Akşam namazı kılınmazdan kimseyi sofraya oturtmazdı. Oruçlu halimizle her ne kadar yönümüz kıbleye idiyse de gözümüz sofradaydı. Namazı adeta yıldırım hızıyla kılar, sofraya otururduk. Allah, Gülhanım nenemize rahmet eyleye. Onun bu uygulamasını hatırlar ve çocuklarıma iftar açtırmadan akşam namazını kıldırtmam. Köyü çok özlüyordu insan çocukluk yıllarında 20 gün önceden bilet alıp, Cumhuriyet bayramı tatilinden yararlanıp köy yolculuğuna çıktık Yılmaz ve diğer arkadaşlarla. Çiftehanlar'a vardığımızda vakit akşamdı. Şevket amcadan araba lastiklerini alıp, meşale yaparak düştük köy yoluna. Lastikler yanıp bitti, kaldık karanlığa. Seslendik de Mecit amca gelip, evine götürdü bizi. Köye ertesi gün vardık. Bir akşam kalıp yine yürüyerek ve sonra arabayla Artvin'e. Sinemaya çok düşkündüm. Her gün sinemaya gitmek isterdim. Eşimin dedesinin evinin balkonu, açık hava sinemasının tam karşısındaydı. Şevki dedelere çıkıp, film seyrettiğim çok olmuştur. Karakter oyuncularından Danyal Topatan gelmişti günün birinde Artvin'e de peşinden koşup linç edecektik az kalsın! Hep kötü rollerde oynuyor, diye!!! Erol Taş'ın da şansı yoktu eğer ayağı düşseydi Artvin'e!! Karnemde altı tane kırığım vardı. İkinci karneye de zaman azalmıştı. Yine bir akşam, Sinemadan gelmişim. Bir de ne göreyim? Eniştemin elinde bir sopa var. Sopanın ucunun beni işaret ettiğini anladım. Enişteme dönüp: -O değneği elinden bırak. Bu son, bir daha sinemaya gitmeyeceğim. Derslerime sarılacağım. Eniştem, dediğimi yaptı. Ben de sinemaya gitmeyi terk edip, hem karnemdeki kırıkları kurtardım hem de sınıfımı geçtim. O değnek, benim için bir milat oldu. O gün bugündür değil sinemaya gitmek, TV’den dizi bile izlemiyorum. Kelleci'nin fırını vardı. Ekmeğimizi ondan almak bir mutluluktu. Şimdi var mı, yok mu bilmem. İlk şiirlerimi o zamanlar yazıyordum. Artvin gibi doğa cennetinde elbette ki doğa ve bahar şiirlerini yazmışım. Bir defter dolusu şiiri basımı için matbaaya yollamışım. Ne matbaadan haber var ne de o şiirlerden.... Lise son sınıf öğrencisiydim. İsmet İnönü o gün vefat etmişti. Edebiyat öğretmenimiz birkaç arkadaşımla beni okul kütüphanesine götürmüştü. Kaynaklardan İnönü ile ilgili yazılanları araştırıp yazacaktık. O zamanlar internet olmadığından iş uzadıkça uzadı. Arkadaşlar harıl harıl çalışıyorlar, bense yanda tek başıma oturuyordum. Ne olduysa o anda oldu. İlham geldi. 8- 10 kıtalık bir şiir yazdım İnönü’ye. Fakat utanıyor, öğretmenime açıklayamıyordum. Bir ara medeni cesaretimi toplayıp, öğretmenime şiirimi gösterdim. Öğretmenim, adeta bir vadi altın bulmuşçasına sevindi. Ve: Seni not ediyorum. Yarın ki anma programında bu şiiri okuyacaksın, dedi. Yarın, bir türlü olmuyordu. Sabırsızlanıyor ve heyecanlanıyordum. Törende ismim okunup, hayatımda ilk defa mikrofona çıkıyordum. Şiiri ben mi okuyordum, şiir mi beni okuyordu onu bilmiyorum. Heyecandan göğsüm ve dizlerim tir tir titriyordu. Şiiri okuyup, alkışlandığım anı hiç unutamıyorum. Kayabaşı, insanla doluydu. Yıllar sonra evi ile birlikte yanan mübaşir Yusuf abi, İstanbul'a göçen Abdullah abi, okuduğu ezanıyla uyandığımız Celal hoca, vefakar Recep abi, evinin penceresinden gülümseyen Muharrem abi, Bekçi Akif abi, evlerinin önünden gelip- geçerken plaktan dinlediğim 'Nuran'ım Nuran şarkısıyla Hediye teyze. Evimizin ve mahallenin duaeyni Gülhanım nine. Ve daha niceleri!!! Şimdi bakıyorum da Kayabaşı'nın o eski halinden eser yok... Ölüm sessizliği kuşatmış Kayabaşı'nı!! Ama hayatımı paylaştıklarımın hepsi bende varlıklarını sürdürüyorlar. Herkesi özlemle yad ediyorum. Tamamına yakınına şiir bile yazmışım. Fırsat buldukça ebedi aleme göç edenlerin kabirlerini ziyaret ediyorum. Hayatta olanları da iyilikleriyle anıyorum. Mart 2020 Sakarya Muhammet AVCI

Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster