Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster


ANILARLA ÇOBANLIK GÜNLERİNE YOLCULUK


Açıklama: Çobanlık deyip geçmeyin!
Kategori: Hayatın İçinden
Eklenme Tarihi: 26 Mayıs 2020
Geçerli Tarih: 19 Nisan 2024, 16:09
Site: Yanıkozan Fikir Ve Sanat Sitesi
URL: http://www.yanikozan.com/haber_detay.asp?haberID=470


Çobanlık deyip geçmeyin! Çobanlık birçok peygamberin mesleğidir. Hatta dokuzuncu cumhurbaşkanımıza da Çoban Sülü denmesi boş değildir. Peygamberimizin şu sözleri de çobanlığın önemine vurgu yapmaktadır: “Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle herkes çobandır ve güttüğü sürüden sorumludur.” Kaynak: Hepiniz çobansınız; sürüden sorumlusunuz' Çobanlığa amatör olarak oğlak çobanlığından başladığımı iyi hatırlıyorum. Oğlaklarıma ad olarak 'Paris, Bükreş, Pekin, Berlin...' gibi başşehir adlarını verdiğim, daha dün gibi aklımda.Aksilik bu ya, oğlakların gidip- gelip- 'yel ' dediğimiz sarı yapraklı bir ağaççığın yapraklarını yemesiyle hasta olup, kustukları unutulur gibi değil. Yaylada da çobanlık yaptığım çok olmuştur. Oğlaklarımı arada bir kulübe tepesine kadar çıkardığımı ve orada rahmetli Abit dayı ile Makbule teyzenin yemeklerini yediğimi de unutamam. Günün birinde yaylamızın bir yerinde oğlakları güttüğüm sırada nasıl oldu ben de anlamadım, oğlakların tamamını yitirmiş, oturmuş bir taşın başında ağlıyordum. O sırada Nebi dayım geçmez mi oradan. Dayım: Yeğen, hayırdır neden ağlıyorsun? Ben de ağlayarak: Oğlaklarımı yitirdim, ona ağlıyorum, dedim. Dayım da gayet emin ve rahat bir halle: Ondan kolayı ne var? Şimdi bulurum onları. Demesiyle avucunun içine tükürmesi bir oldu. Ben de biliyordum o yöntemi fakat tamamen uyduruk bir şey olduğunu düşünüyordum bu yöntemin. Ama, bunu yüksek tahsil okumuş ve yıllardır İstanbul’da yaşayan birisinin yapmasına inanasım geldi. Dayım avucundaki tükürüğün ortasına diğer eliyle bir şaplatma yapmasıyla, tükürüğün çok sıçradığı tarafı göstererek. Oğlaklar o taraftadırlar dedi ve gitti. Ben de o tarafa gidip oğlaklarımı bulup evime getirdim. O metoda hala tebessüm eder ve dayımı yâd ederim. Casım amcam, Çobanlık yaptığı günlerde hayvanları o denli geniş alanda güder gütmesine de ömrü boyunca bir kuzuyu bile kurda kaptırdığını kimse bugüne değin söylememiştir. Ama ya annem? Avucunun içindeymişler gibi gütmesine güderdi fakat çok kurban vermiştir kurtlara! Annem anlatırdı: - Namaz kılıyordum. Bir anda kurtlar keçilere düştüler. Selam vermemle, bir elime çoraplarımı, öteki elime ayakkabılarımı alıp Ustamis'in yaylasından Alot'a kadar yalın ayak koşup kurtlardan ürküp kaçan keçilere yetiştim. Annem bir gün koyunların tamamını yitirir ve eve gelir. Amcam gider aramaya görür ki koyunların tamamını kurtlar boğmuşlar ve hiç bir tepki göstermeksizin eve döner. Evde teyzem: İhtiyar koyunları bulamadın mı' diye sorduğunda O yine aynı engin gönüllüğüyle: Nere giderler, şimdi gelirler' deyip hoşgörüsünü muhafaza eder. Teyzem de kurtların ağzını bağlamaya koyulur!!! Ben de amcam gibi, bir kuzuyu bile kurda kaptırmamışım. Fakat çok kaybedip, bulduğumuz olmuştur. Hatta bir sene köyün tüm koyunlarına çoban durmuşumdur da, birine bir zarar gelmemişti. Casım amcamla çobandım. Ne oldu, nasıl oldu hala cevabını bulamadım. Beyaztaşların arka tarafına düşmüştü yolum. Aşağıda çobanları görünce yanlarına indim ki, bunlar bizim köylü değiller. Beni alıp, Çukur'un Nasurat mezrasına götürdüler. Amcam, benim kaybolmamdan dolayı beni aramaya koyulmuş, ve Nusurat'da bulmuştu. Alıp beni köye götürürken,Eskikale yaylasına çıkmamızla bir nara attı. Tüm orman gece olmasına karşılık çıraların ve fenerlerin ışığıyla apaydınlıktı. Tüm köylü, beni aramaya çıkmıştı ki, sesimizi duymalarıyla, sevinç naraları atarak karşılık verdiler. Hiç yürüyemiyen Zahide teyzem bile Alot'un mezrasına kadar elinde değnekleriyle çıkabilmişti. Grrupla karşılaşmamızla beni başta Osman eniştem olmak üzere omuzlarına alıp, köye kadar indirmişlerdi. Bulunmam, çevrede bayram havası estirirken, bana da ertesi gün bir gün evde kalma izni çıkmıştı. Okulların açılmasıyla, öğretmenimiz birer tatil anısı yazmamızı istemişti ki ben de bu anımı yazmıştım ve çok beğenmişti. Geçmiş yıllarda şimdiki gibi pet şişe, poşet gibi ürünler yoktu. Annem, anlatırdı: Çobanlık yaparken gün boyu elimin altında bakır güğüm olurdu. İçine su doldurur, içmek ve abdest almak için hep yanımda bulundururdum. Dağ- bayır keçinin- koyunun peşinde o koskocaman bakır güğümle koşuştururdum. Şimdiki gibi, şu pet şişeler ve poşetler olaydı da o taş gibi ağır güğümleri taşımasaydım. Ben de her ne vakit ve nerede bir pet şişe görürsem annemi acıyla yâd eder ve hayıflanırım. -Ahhh anne ahh, tez gelmişsin dünyaya. Durağın uçmağ ola! Köyümüzün eski muhtarlarından biridir İsmail Avcı. Halkımız ona Molla İsmail derdi. Son zamanları Sakarya- Akyazı’ya göç etmiş olup, Akyazı’ya ilk muhacir gelen köylümüzdür. Muhtarlık dönemi, hep iyi ve güzel örneklerle anlatılır. Mevsim yaz ve yayla zamanı. Yayla şenliklerinin yapıldığı günler. Karçal dağına kar yağar ve Karçal’da çobanlar tarafından güdülen öküzler köyün Ahuat mevkiine getirilirler. O zaman, 600’ün üzerinde öküz var. İki çobanın bu kadar öküze sahip çıkması güç. Muhtarımız, ilave olarak birkaç kişiyi yollaması gerek. Ama kim gider bu zaman da, şenliklerin olduğu zamanda? Büyüklük buradadır işte. Başkası olsa, en garibanları seçer, yollar. Muhtarımız: Ne’mi yapmış? En yakınlarını yollamış. Yeğenlerini yollamış en evvel. Böyle yapınca diğer sırası gelen itirazsız nöbete gitmiş. Oysa alışılmış uygulamalarda durum şöyledir. Nimet yakınlara, külfet uzak olanlara pay edilir. İsmail amcamızın büyüklüğü burada. O, külfeti yakınlarına vermesini bilmiş. Mevla’m, da onun o engin gönlüne göre cennetini versin İsmail amcamıza! Komşum ve akrabam bir Yusuf Amcamız vardı. Adı gibi kendisi de güzel bir insandı. Köyün bütün hayır işlerine eli değerdi. Ben tarlamda çalışırken, bir de bakarsın alır kazmasını, yanıma iner, birlikte tarlamı çapa ederdik. Yusuf amcamız, çok küçük yaşta annesini kaybetmiş. Annesizliğin acısını çok çekmiş olacak ki, ikide bir anısını anlatırdı. Küçük çocuktum. Annemi kaybetmiştim. Annemin cenazesi günü büyüklerim beni malları otarmaya yolladılar. Gün boyu ağladım. Bir yandan annemin ölümü bir yandan veda gününde yanında bulunamama. Çok acı çok! Evet, sevgili dostlarım bir çocuk için bundan daha acı ne olabilir ki? Ben razıydım, Allah da senden razı olsun Yusuf amcam. Kabrin nur olsun! Yayla mevsimiydi. O yıl nedense sığırlara çoban tutulmamış ve sırayla güdüyorduk. Günün birinde sıra bendeydi. Nasıl olmuşsa diğer iki arkadaşım sıraya gelmemişlerdi. Onca hayvanı tek başıma gütmek işi bana kalmıştı. Gün ağarır ağarmaz sığırları Hozbirul denilen mevkiye sürdürdüm. Ardından düştüm peşlerine. Bir süre sonra yabani tehlikesinden dolayı önlerine Hozbirul düzüne indim. Bir de baktım bir dana var. Onu da kattım güttüğüm sığırlara ve akşama bir fazlasıyla hepsini vukuatsız bir şekilde yaylaya getirdim. Dananın komşu bir nineye ait olduğunu ve bir haftadır kayıp olduğunu öğrenip, o ninenin yanına gittim. -Nine dananı buldum. Bir gevreği hak ettim. O da bana dönerek: -Kendi gelirdi oğul, dedi gülümseyerek. Rahmet diliyorum. Oğullarım Metehan'la Bilgehan çocukturlar daha çocukken, günün birinde çobanlık yapmaktalar. Naim adında bir tosunumuz var ve Naimi ormanda yitirirler. Naim, Naim, diye seslenerek aramaya koyulurlar. O sırada, celepçi Ardanuçlu Naim ağa, yukarı mahalleye doğru yürümektedir. Sesi duyunca, sesin geldiği ormana çıkar. Metehan'la Bilgehan'ı gören Naim ağa: Çocuklar beni niye çağırdınız, der. Çocuklar da: Naim amca, bizim tosunumuz kayboldu. Adı Naim'dir, biz ona çağırıyorduk. Naim ağa, dönmesine döner gider ama çocuklar kahkaha tufanına boğulurlar. Mayıs 2020 Sakarya Muhammet AVCI

Sayfayı Yazdır | Pencereyi Kapat | Resimleri Göster