Akyazı'ya lise çağlarımdan beri gelirdim. Tüm akrabalarım Akyazı'daydı desem, pek yalan olmaz. Lise birinci sınıfı İstanbul’da okumuştum. Bütünlemeye kalmıştım. Eylülde de geçememiş tek ders sınavının yapıldığı 7 .Ekim’e kadar boştum. Bu ara dönemde Akyazı’daydım. Çalışmam gerekiyordu. İnşaat işlerinde çalışıyordum. Devamlı ytong taşıyordum. Bu durum, diğer çalışanların dikkatini çekmişti. Patrona: Bu arkadaşımız devamlı ytong taşıyor. Çimentoyu hiç taşımıyor, dediler. Patron, beni depoya götürdü, bir torba çimentoyu sırtıma attı, yetmedi bir daha. Ayağa kalkmaya çabalarken ikisi de sırtımdan düşüp patladılar. Patron, diğer işçilere dönerek: -Bu arkadaşınız devamlı ytong taşısın. Çimento taşımasın, dedi. Akşam oldu. Patron beni yanına çağırarak: -Bu günden sonra daha işe gelme, dedi. İstanbul’da liseyi okurken hafta sonu Akyazı’ya geçmiştim. Dönerken Kalfa dayıma yol harçlığım için uğradım. Dayım o zaman Gazi Süleyman Paşa Camii’ni inşa etmekteydi. Selamlaştık. Hal- hatır faslından sonra Allaha ısmarladık diyorum. Dayım da Güle güle diyor. Tekrar Allaha ısmarladık diyorum, O da tekrar güle güle diyor bu fasıl da birkaç kez tekrarlandı. Sonunda: Dayı, harçlığım yok, dedim. Dememle çalışan işçilerden birinden 50 lira aldı. Diğer birini gönderip parayı bozdurdu. 40 lirasını bana verdi kalan 10 lirasını kendi cebine koydu. Teşekkür edip, vedalaşıp, ayrıldım. Fakat aklım hep o 10 lirada kalmıştı. Aradan geçen 50 yıla rağmen hala o anı hatırlarım. Benim ki de çocukluk işte. Mevla’m, dayıma gani gani rahmet eylesin! Bir yaz tatilinde Akyazı’ya gelmiştim. Yeğenlerim Yavuz’la Oğuz daha ilkokuldaydılar. Bir gün bunları çarşıya götürdüm. Bir şeyler alıp yedirmek istedim. -Yeğenlerim, ne alayım, neyi yemek istersiniz, diye sordum. Onlar da: - Dayı sen bize kitap al, dediler. Yunus’un buğday değil de himmet istemesi gibi. Ben de kitap alıp verdim. Eve döndük. Ben, ablamla muhabbet ederken aldığım kitaplarla yanıma geldiler. Dediler ki: -Dayı, biz bu kitapları okuduk. Sen, bunları köye dayılar çocuklarına götür, onlar da okusunlar! 80’li yıllardaydı. Trabzon’dan Şubat tatiline Akyazı’ya gelmiştim. Aynı okulda çalışan Mehmet Ali Bey, Akyazı’daki amcasının oğlu Ali’ye selam yollamıştı. Akyazı’da gezinirken bir tabelaya gözüm ilişti. Ve öylece dükkana daldım. Selamün aleyküm Aleyküm selam. Siz Trabzonlusunuz. Evet. Trabzon’un Tonya’sındansınız. Evet. Tonya’nın Çayıriçi köyündensiniz. Evet, demesiyle elini çekmeceye attı. Siz Mehmet Ali'nin amcasının oğlusunuz. Evet demesiyle çekmecesindeki silahına el attı. Ben onun arkadaşıyım. Size selam yolladı. Ayyy kardeşim onu baştan söyleseydiniz ya. Ya çekip vursaydım. Oturup çayımızı içip muhabbet ettik. Ama her ikimiz de şok geçirmiştik. Trabzon’a döndüğümde arkadaşıma anlattım. O da: Dua et ki emmioğlum seni vurmamış. Akyazı’ya yeni taşındığımız seneydi. İlk dini bayramın arifesindeydik. Okulda İsmail Kalkan adında bir öğretmen arkadaşım vardı. Bana dönerek: -Muhammet Hoca memlekete gitmeyecek misin bayrama? Diye sordu. Ben de. -Daha yeni geldim, gidemem. İsmail Bey: -Ananı, babanı özlemez misin? Ben de: -Özlerim ama henüz gitmek istemiyorum. - Küs müsün? Demesiyle, ben de: -Benim anam- babam ölüdür, nasıl gideyim? Dememle, kahkaha atması bir olmuştu. Okul müdürümle bir kuzenim, Yalova’ya seminere gitmişlerdi. Dönüşte, İznik’te ki kaymakam yeğenime uğrama arzusunda olduklarını telefonla bana iletip, telefon numarasını istediler kaymakam yeğenimin. Ben de hem numarayı verdim hem de yeğenimi aradım. Ertesi gün, arkadaşlarla birlikte müdüre ‘ hoş geldin’e gittik. Müdür tokalaşmamızın ardından bana dönerek: Kaymakam yeğeninize uğradık. Bize hep ot yedirdi. Et yedirmedi diye söylendi. Ben de bu söze cevap olarak ‘Hak ettiğinizi yemişsiniz’ diyemedim, çünkü muhataplardan biri kuzenimdi. Onun yerine: Eti vali olduğunda yersiniz, diyerek odasını terk ettim. Aradan bir süre geçmişti ki, okul Bursa’ya gezi düzenliyor ve turu yöneten öğretmen arkadaş, tüm öğretmenlerin ve müdürün olduğu ortamda bana dönerek: Muhammet hocam, yeğeninize söyleyin de bizi ve geziye katılanları İznik gölünde ağırlasın. Ben de hemen: Vallahi hocam, memnun kalacağınızı hiç sanmam. Kısa zaman önce müdür bey, ziyaret etti. Hiç memnun kalmadı, dedim. Bu sözümün üzerine müdür bey, yine söze karışarak: Hep ot yedirdi. Et yedirmedi, İfadesini tekrarladı. Bu konuyu irdeledim, kuzenime de, yeğenime de sordum. Hayret ederek, İznik’in en güzide mekânlarında ağırlandıklarını ifade ettiler. Müdürün neyin peşinde olduğunu kimse anlayamadık. .... Ve ben emekliye ayrıldım. Hünkar teyzem vardı. Teyze anne yarısı, sözü boş değil. Hala onu o çarşaflı haliyle görüyor gibiyim evimin kapısının zilini çalarken. Onu da çok erken kaybettim dayılarım gibi. Sevgili yeğenim Hüseyin, İznik kaymakamı iken sık sık Akyazı'ya gelirdi. Öncelikle kayınpederi Nebi dayıma ve zamanı varsa bana da uğrardı. Dayımlara uğradığımda, Aslı yengem, pişi pişiriyorsa anlardım ki : -Hüseyin geliyor. Ve öyle de olurdu. Günün birinde yengemin lokum pişirdiğine tanık oldum. Meraklandım. Bir de baktım ki: - Hasan gelmiş. Hem halamın gelini hem de eşimin halası olan Zemzem hala da gençlerimiz papa yaptırıp yerlerdi. O günler de unutulur gibi değil. Kadem abi, çok yakın komşumdu.. Köyden bir konuğumuz geldiğinde, hemen yanımıza gelir, köy anılarını anlatırdı. Evimize hiç boş geldiğini hatırlamıyorum. Bahçesinden mevsimine göre birkaç meyve getirirdi. Rahatsızdı. Yengem de hastaydı. Aramızdan ayrılmadan iki gün evvela evindeydik. Yengeye: -Geçmiş olsun. Aman ha, Kadem Abimizi yalnız koymayasın!!! Demiş oldum. Yengem de, dönüp: -Ya, o beni bırakırsa??? Demez mi? Gülüştük. Takdiri ilahi iki gün sonra, gerçekten Kadem Abimiz Hakk'a yürümez mi? İnanın, cenaze günü ve epey sonrasına kadar, yengemin gözünden kaçtım. Bir komşumuz da Bekir amcaydı. Onu hep hasta olarak yattığı yatağında görüyorum hala. Eskiden bir evde bir lamba ancak olurdu. Ben çocukken, köyde bir ustanın gelip, oturma odasından bir pencere açıp, gaz lambasının oraya konup, salona ışık etmesini sağlıyordu. O usta bu Bekir amcaymış meğer. Bizim evde de yapmıştı. Kabri nur olsun! Muhammet Avcı, adıyla, soyadıyla aynı olduğumuz yakın komşumuzdu. Gelen faturalar ve zarflar çok kere karışır, onun ki bana, benim ki ona giderdi de derdim ki ' Borçlar hep bana, alacaklar sana geliyor' diye şakalaşırdık. Yaşar Gümüş, benim hem yan hem de can komşumdu. Ağabey- kardeş gibi yaşadık ve birlikte mangal yapıp, semaverde birlikte çaylarımızı içtik altı yılı onunla da. Anne- babasını uçağa bindirip, Erzurum'a yollamıştı. Hava koşullarının el vermemesinden dolayı geri geldiler de: -Emine, çok üzüldün de bak, kaynanan- kaynatan geri geldiler, deyip, şakalaştığımız günler de çok gerilerde kaldı. Akyazı’da otururken devamlı ziyaret ettiğim yaşlı bir teyzeye göz aydınlığına uğradım. Teyzenin dört tane torunu başta hukuk ve tıp olmak üzere kalburüstü bölümleri kazanmışlardı. -Teyze, gözünüz aydın. Allah hayırlı etsin, dedim. Teyze de oldukça gergin bir tavırla: Geç oyana hoca Allah ise. Zaten haz etmiyorum. - Peki, teyze, hasta olursan erkek doktora mı bayan doktora mı gitmek istersin? Teyzenin cevabı gecikmedi. -Elbette bayan doktora giderim. Ama başkaları okusun, bizimkiler değil. Mezarcı Talip amca vardı köylümdü. Ölümünden bir hafta kadar evvel birlikte yürüyorduk çarşıya doğru da, sosyal güvencesini sormuştum da demiştiki: - Çok çalıştım ama sigortam yok! Ölümünden sonra, ailesi Talip amcanın Sapanca'da çalıştığının kayıtlarını bularak, eşi emekli olma hakkını kazandı. Akyazı'da otururken, arada sırada uğrayıp, her defasında hayat dersi aldığım Bilal Gül ağabey vardı. 20-25 yıldır yatalak olan Bilal ağabeyin ettiği şükürler, hiç unutulur mu? Hoca, dilim, dönüyor. Neden şükretmiyeyim ki, dediği unutulur mu? Rahmetli Muti Ağabeyle Akyazı’da parkta oturuyorduk. Muti Ağabey, dilsiz olduğu için el işaretleriyle anlaşmaya çalışıyorduk. Bir ara: -Gel de bir şeyler yiyelim, dedim ve gidip birlikte lahmacun yedik. Aradan birkaç ay geçmişti ve yine birlikte oturuyorduk aynı parkta. Ben yine: -Gel de bir şeyler yiyelim, dedim. Biz olsak, teklifi geri çevirmeyiz. Ama o, cüzdanını çıkardı cebinden ve içindeki paraları gösterdi. Demek istedi ki: -Param var, yemek istesem, gider, yerim. Aradan on seneden fazla zaman geçmiştir ve hep onu o gözü tokluğuyla yâd ederim. Mekânı cennet olsun. Akyazı, Bahar Şenlikleri'mizin ofisi gibiydi. Şenlik programını Kuzuluk- İhlas Tesislerinde Besim Tekin kardeşimizin evsahipliğinde yaparak, yıllarca ülkemizin değişik mekanlarında yaşayan köylülerimizle Atatürk İl Ormanında buluşmuşuzdur. Postacı dayıyla, parkta oturup, birlikte söyleşir ve çaylarımızı yudumlardık. Her defasında çay parasını dayım öder, bana ödetmezdi. Nebi dayımın esprilerine alışıktım. Bir yıl İstanbul'da onun yanında okumuştum. Her sözüyle gülerdi insan. Ölenler için, 'Süt fabrikasına işe girdi', derdi. Mezarlık süt fabrikasının olduğu mevkide olduğu için söylerdi bu sözü. Nihayetinde o da o fabrikada şimdi!!! Hepsine Allah gani gani rahmet eylesin. NİSAN 2020 SAKARYA Muhammet AVCI